26 Mart 2015 Perşembe

Synchronism

Amerikalı McDonald Wright ve Morgen Russel tarafından 1912 yılında, Delounay’ın ışık renkleriyle ilgili orfızm’ine paralel bir resim anlayışı olarak ortaya atılmıştır. Eugene Chevreupjin ışık teorileri (1839), İzlenimciler ile Yeni-izlenimciler’ce resim sanatının, yenilenmesine etken olmuşlardı. Senkronizm için de ayni tearcihlerden yararlanılmıştır. Morgen Russel “Renk ayni zamanda biçimdir ve eğer ben soyut bir çalışma yapıyorsam aranan biçime uygun optik bir renk kullanırım”. Aslında Delaunay’ın orfik resimleri ile senkromatik yapıtlar arasındaki ayrılık, çok azdır. Orfizm’de olduğu gibi senkronizmde de kübist yöntem uygulanmış, ancak doğal biçimlere başvurulmamıştır.
   Senkronizm renk ölçeklerine dayanır ve ilerleyen ritmik renk tonlarının azaltılması ile kullanılır.Bununla birlikte senkronist akım ele alınan konuyu, atmosferik perspektif tekniğini kullanarak sadece renk ve şekil üzerinde ifade etmekten de kaçınmaktadır. İlk senkronist eserler, o dönemin fovist eserleri ile de benzerlik göstermiştir.Senkronizme bağlı olan diğer Amerikalı ressamları sayacak olursak; Thomas Hart, Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce ve Albert Henry gibi sanatçılar bunların başında gelmektedir.

Stanton Macdonald-Wright (Eserleri)

1973.
1973.

Morgan Russell (Eserleri)

Cosmic Synchromy (1913-14)
1913-14, Synchromy in Orange

19 Mart 2015 Perşembe

Section D'or (Altın Oran)


     Section d’Or ( Fransızca’da “Altın Oran”) Puteaux Group olarak da bilinir. Ressamlar ve eleştirmenlerden oluşan bir gruptur.Kübizmden türemiş olan Orphism (Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından kullanılmıştır) ile ilişkilendirilmiştir. Orphizm, Kübizm'den doğan 20'nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm'den daha yumuşak bir stilde)1912’den 1914’e kadar faaliyet göstermişlerdir.1912’de grup ilk sergilerini Paris’teki Galerie la Boétie’de açtı. Ayrıca Section d’Or adını taşıyan kısa ömürlü bir dergi de yayınladılar. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla grup aktivitelerine son verdi.
Grubun adı ressam Jacques Villon tarafından önerilmiştir.Villon’un matematiksel oranların etkisine karşı olan ilgisi bunda etkili olmuştur. Bu oranlardan birisi de Altın Orandır. Grubun adı Kübist artistlerin geometrik formlara duyduğu ilgiyi temsil eder.
Ana üyeler Robert Delaunay, Marcel Duchamp, Raymond Duchamp-Villon, Albert Gleizes, Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Fernand Léger, André Lhote, Louis Marcoussis, Jean Metzinger, Francis Picabia, ve André Dunoyer de Segonzac’tır.
Altın oranın doğuşu
l — Önce yıldız : Çizmiş olduğumuz beş köşeli geometrik yıldız
AEBMH, herhangi bir beş köşeli yıldız
değildir. Bu yıldız daire içine çizilen muntazam' yıldızdır.
 Altın oranı ilk olarak bu beş köşeli yıldızda görüyoruz.
Altın oranlardan 1000/618'i ele alalım.
Bu orana eşit olan ve muntazam beş köşeli yıldızda bulunan oranlan sıralayalım;
Doğal olarak, bu oranları yıldızların bütün doğrulan üzerinde bulmak mümkündür.
Yalnız bu oranları bütün muntazam beş köşeli yıldızlarda bulamayız. Bilirsiniz bazı ülkelerin bayraklarında şişman ve muntazam yıldızlara rastlanmaktadır. Bu yıldızlarda AB bir doğru olamayacağından, altın oran o yıldızlarda bulunmamaktadır.
2 — Ayrıca vermiş olduğumuz çiçek resmini Matila Ghyka adlı ünlü estetikçinin kitabındaki bir çiçek fotoğrafından düz çizgilerle kopya ettikten sonra kesik çizgilerle, katlanmış yaprakları doğrultarak beş köşeli yıldızı çizmiş bulunuyoruz. Bu şekle dikkat edecek olursak, bizim çizdiğimiz yıldızın uçlarıyla yıldızın ortasında oluşan beşge¬nin köşelerinin oluşturduğu noktalar insanı düşündürmüyor mu? Aslında kitabın yazan estetikçi de bu çiçeğin resmini kitabına, altın oranın doğada da var olduğunu anlatmak için koymuş bulunmaktadır.
                                               


  3 — Acaba insan vücudunda da altın oran yok mu?
Bunun karşılığını bir daire içine yerleştirilmiş olan insan resminde buluyoruz. Bu resim Agrippa tarafından yapılmış bir gravürden alınmıştır.Meric'in estetik kitabından aldık. Ancak aynı gravür Matila Ghyka'nın kitabında da mevcut. Bundan başka aynı kitapta bir insan fotoğrafının yer aldığını ve Agrippa'nın gravüründeki gibi duran bir insanın, başının, el uçlarının ve topuklarının, muntazam bir yıldızın beş köşesine geldiğini görüyoruz.
4 — insanın başında da oranların bulunduğunu estetik kitaplarından anlıyoruz. Funck-Hellet kitabında iki değişik misâle yer vermiştir. Burada yüzün birçok bölümlerinin altın orana uyduklarını göstermiştir. Matila Ghyka kitabına bu konuda, Leonardo da Vinci'nin bir desenini de koymuştur. Ayrıca kitabına iki insan yüzü fotoğrafı da koymuş ve yaptığı araştırmayı bir diyagram üzerinde gösterdikten sonra oranlan ve bu oranların altın orana uyduklarını açıklamıştır. Biz burada açıklanması daha kolay ve kısa olacağını düşünerek, insan başı için yapmış olduğumuz değişik bir denememizi koymayı uygun bulduk. Bu kadın başında ALK yatay doğrusu kadının tepesinden geçmektedir. B yatay doğrusu alnın üst köşesinden ve C yatay doğrusu da gözlerin bebeklerinden geçiyor. D yatay doğrusu dudakların birleştiği yerden geçerken, ENM doğrusu ise çenenin alt ucuna dokunmaktadır. Kadının başı; tepesine, şakaklarına ve çenesinin alt ucuna dokunan bir dikdörtgenin içine alınmıştır. Alttaki yatay doğruyu bölen G noktası burnun kenarına dokuna¬rak gözün tam ucuna varmaktadır. Şimdi altın oranlan söyleyelim:
    Buna göre yüzün üzerindeki bazı önemli noktalar, altın noktalardan geçtiği gibi, başı içine alan dikdörtgen de bir altın oran dikdörtgenidir.
5 — Altın sayılardan biri ve kitaplara göre en önemlisi 1.618'dir. Funck-Hellet "Bunun iki katına iki eklersek 5.236 sayısını buluruz. Buna 5 metre 236 santim diyecek olursak, Eski Mısır krallık ölçüsü kudenin (coudee) on katına varmış oluruz.", "Vasat insan boyunun 1.68 olduğu kabul edilirse, bununla Akropolis'teki Partenon'da uygulanan 1.618 sayısının birbirine benzemeleri de acaba garip bir rastlantı mıdır" diye sormaktadır.





12 Mart 2015 Perşembe

Der Blaue Reiter(Mavi Süvari)

Der Blaue Reiter (Mavi Süvari),Vassily Kandinsky ve Franz Marc'ın 1911'de Almanya'nın Münih şehrinde kurduğu ressamlar birliği.    Kandinsky ve Marc 1912'de, içinde plastik sanatlara ve müziğe yer verdikleri Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) adında bir almanak yayınladılar ve iki sergi düzenlediler. Daha sonra Gabrielle Münter, Alexej Jawlensky, Marianne von Werefkin, Alfred Kubin, Paul Klee, Arnold Schönberg'in de katıldığı Mavi Süvarigrubunun bildirgesi, dönemin entelektüel ortamında oldukça yankı uyandırdı. Sanatçılar yeni bir tinsel çağı haber verdiler. Bildirgede on dört ana makale vardı. Bu metinlerde Kandinsky ilk kez sanatçının doğayı kavraması ve saf estetik birliğe yönelmesindeki yegane aracı olarak gördüğü "içsel gereklilik"ten bahsetti.1905'de kurulan Die Brücke (Köprü) adlı ressamlar birliği gibi, Mavi Süvari stili realizm,naturalizm ve izlenimciliğe karşıydı. Der Blaue Reiter'in 1912'de Münchner Galerie Thannhäuser'da yaptıkları sergiden sonra kendilerini uluslararası duyurmayı başardılar. Bunun üzerine Heinrich Campendonk, Robert Delauney ve Lionel Feininger bu guruba katıldılar.
Franz Moritz Wilhelm Marc (1880 – 1916), önde gelen bir dışavurumcu Alman ressamdır.
Babası Wilhelm, profesyonel bir manzara ressamı, annesi Sophie ise katı bir Kalvenciydi. Franz Marc, 1900 yılında Münih Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. 1903 ve 1907 yıllarında bir müddet Paris'te bulundu. Bu dönemde Vincent van Gogh'un yapıtlarına duyduğu yakınlığı keşfetti.

Franz Marc, 1910 yılında ressam August Macke ile önemli bir arkadaşlık geliştirdi. 1911'de sanatçı Ağustosu Macke'yle önemli bir arkadaşlığı geliştirdi. 1911'de August Macke, Vasili Kandinski ve Münih Yeni Ressamlar Birliği'nden gelen diğer ressamlarla birlikte Mavi Atlılar grubunu kurdu.Aralık 1911 ile Ocak 1912 arasında ilk Mavi Atlılar sergisini Münih'teki Thannhauser Galerisi'nde düzenledi. Bu sergi, Alman dışavurumculuğunun doruk noktası oldu ve yapıtlar, Münih'in ardından Berlin, Köln, Hagen ve Frankfurt'ta da sergilendi. 1912 yılında, kendisini gelecekçilik ve renk kullanımı yönünden etkileyecek olan Fransız ressam Robert Delaunay ile tanıştı. Bu tanışıklığın ardından Marc, gelecekçilik ve kübizmden etkilenmeye başladı. Bu etkilenmeyle birlikte, sanatı gittikçe yalın ve soyut bir doğayı yansıtır oldu.I. Dünya Savaşı'nın Batı Cephesi'nde Fransa ve Alman İmparatorluğu arasında yapılan Verdun Savaşı'nda, Franz Marc da gönüllü olarak Alman ordusundaydı. 4 Mart 1916 günü, Verdun Savaşı'nın başlamasının üzerinden yaklaşık 1,5 hafta geçmişken, başına aldığı isabetin ardından hayatını kaybetti.Franz Marc, olgun yapıtlarının pek çoğunda genellikle doğal hâliyle hayvanları resmetti. Keskin bir basitlik, parlak ana renkler ve yoğun duygularla kübist yapıtlar ortaya koydu. Yapıtlarının bazılarında da (altmış tane civarı), gravür ve litografiyi kullandı. Marc'ın en iyi tanınan yapıtı muhtemelen, 1913'te yaptığı "Tierschicksale" adlı yapıtıdır. Resim, Basel'deki Basel Kunstmuseum'da sergilenmektedir. 1988'in Ekim ayında, Marc'ın bazı resimleri rekor ederlere satıldı. Londra'da Christie's sanat açık artırım evinde "Rote Rehe I" (Kızıl Geyik 1) adlı tablosu 3,3 milyon İngiliz Sterlini'ne satıldı. Bu rekoru, 1999'un Ekim ayında "Der Wasserfall" (Şelale) adlı tablosu kırdı. Dünyanın en eski ikinci açık artırım evi olan Sotheby's'de yapılan açık artırmada, bu tablo özel bir koleksiyoner tarafından 5,06 milyon İngiliz Sterlini'ne satın alındı. Bu fiyat, Franz Marc ve 20. yüzyıl Alman resim sanatı için verilmiş en yüksek fiyat oldu.
Sanatçının Eserleri
Girl with Cat (1912)
Tiger (1912)

5 Mart 2015 Perşembe

Futurism (Gelecekçilik)

Kökten ıslahatçı eserleri ve belki de daha çok nazariyeleriyle XX. yüzyıl başında ortaya çıkmış olan aşırı inkılâpçı bir İtalyan edebiyat ve sanat akımıdır.
Fütürizm’de Heykel ve Resim
Giacomo Balla, Carlo Carrra, Luigi russolo, Umberto Boccioni ve Gino Severini gibi ressamlar 1910′da kendi bildirgelerini yayımladılar. Bu sanatçılar o dönemde gelecekçi üslupta çalışmıyorlardı, ama “dinamik duyarlılık” (hareket) dedikleri şeyi yakalamaktan, “nesneyi ve onu çevreleyen atmosferi” betimlemekten ve “izleyiciyi resmin merkezine yerleştirmek”ten söz ediyorlardı. Bunları başarmak için önce kübist anlatımı benimsediler. Kübist resme özgü, biçimi çözümleme işleminin ötesine geçerek, çağdaş yaşamın dinamiğindeki duygusal karmaşayı vurguladılar. Kübistler; ölüdoğa, portre, figür ve manzara resmini yeğlerken, gelecekçiler “hareket” kavramıyla ilgilenerek hızlı otomobilleri, trenleri, yarışan motosikletleri, dansçıları ve hareket halindeki hayvanları ele aldılar. Hareketi çoğunlukla, nesnenin boş çizgilerini ritmik bir biçimde yineleyerek vermeye çalıştılar. Balla’nın ince bir alaycılık taşıyan “Tasmalı Köpeğin Dinamizmi” (1912, Buffalo Güzel Sanatlar Akademisi) ve “Hız: Hareketin Yolları-Dinamik Diziler” (1913, Modern Sanat Müzesi, New York) adlı yapıtları bu anlatımın tipik örnekleridir.
Kübistler gibi gelecekçiler de sanatlarında eşzamanlılığı yakalamaya çalıştılar. Ama kübistler, çözümledikleri nesnenin birkaç yüzünü birden aynı anda yansıtırken, gelecekçiler belli bir çevrede aynı anda gelişen her şeyi betimlemeye çalıştılar. Bunun en iyi örneği Boccioni’nin “Sokağın Gürültüsü Evi Etkiliyor”, (1911, Aşağı Saksonya Eyalet Galerisi, Hannover, Almanya) adalı yapıtıdır. Adından da belli olduğu gibi Boccioni bu resimde görsel duyuları olduğu kadar, işitsel duyuları da vermeye çalışmıştır.
Boccioni heykel sanatıyla da ilgilenerek 1912′de bir bildirge yayımladı. Ardından heykel yapmaya başladı, “Şişenin Uzaydaki Gelişimi” (1912, Modern Sanat Müzesi, New York) ve “Uzayda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri” (1913, Modern Sanat Müzesi, New York) gibi çok özgün yapıtlar ortaya koydu. Antonio Sant’Elia 1914′de mimarlık konusunda bir bildirge yayımladı. Mimarlığın kalıcı olmaması gerektiği doğrultusundaki düşüncesiyle 20. Yüzyılda gerçekleştirilen en fantastik yapıları sanki daha o zamandan görmüştü(örneğin 1972 Münih Olimpiyat Oyunları için mimar Frei Otto’nun yaptığı çadır strüktür). Ama 1916′da 1. Dünya Savaşı’nda bir çarpışmada öldü ve “Uçan Yapılar”ını hiçbir zaman gerçekleştiremedi.
Grup içindeki en etkili kişi olan Boccioni de aynı yıl öldü. Bu olaya, başka başka yerlere dağılan grup üyelerinin ilk ataklıklarının azalması ve savaş da eklenince, önemli bir tarihsel güç olarak ortaya çıkan gelecekçiliğin sonu geldi. Ama başlattıkları ve geliştirdikleri ilkeler başka yerlerdeki sanatçıları etkilemeye devam etti. Gelecekçilerin Nihilizmi, Dadacılığın gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Robert ve Sonia Delaunay ve daha başka orfist sanatçılar, Rusya’daki ışıncılar ve Suprematistler büyük ölçüde gelecekçilerin etkisi altında kaldılar. Davit ve Vladimir Burlyuk, Moskova’da Mayakovski ile birlikte gelecekçi bir grup oluşturdular. 1910′ların sonlarında Joseph Stella New York kentinde gelecekçiliği etkileyici bir biçimde kullandı.

Umberto Boccioni (1882-1916) 
Fütürizm akımının öncülerinden Boccioni, Roma’da sanat eğitimi aldı. Resimde farklı dalları denedi. Noktacılık akımı yani neo-impressionism üzerine dersler aldı. Paris’te bulunduğu sürede, herkes gibi o da izlenimcilikten etkilendi, hem impressionism hem de post-impressionism akımından eserler üretti. İtalya’ya geri döndüğünde arayışı devam ediyordu. Marinetti ile arkadaş oldu ve birlikte oluşturacakları Fütürizm yani Gelecekçilik akımı üzerine çalıştılar. Böylece Fütürizm 20.yy başlarında İtalya’da ortaya çıkıp, edebiyat ve sanat alanında diğer ülkeleride etkiledi. Fütürizm’i tanımlamak için Boccioni ve Marinetti’nin birlikte yazdığı manifesto, bu akımın faşizm ile bağdaşmasına sebep olacak anlamlar içerdi. Geçmişten gelen sanat anlayışına bir çizgi çekip, yepyeni bir anlayışa odaklandılar. Bu, resimde dinamizm ve hızı ana konu alan bir yönde, edebiyatta ise anlamlı cümlelere karşı durup, kelimelere özgürlüğü hedefleyen bir yönde gelişti. Boccioni Venedik ve Verona’da bulundu. Resim kadar heykele de önem verdi. Ancak sadece 34 yaşındayken, attan düşerek yaralandı ve hemen ertesi gün vefat etti.

Sanatçının Eserleri
Dynamism of a Soccer Player (1913)
Three Women, 1910

Die Brücke (Köprü)

  Die Brücke (Türkçe:Köprü), Dresden'de 1905'te kurulan Alman dışavurumcu sanat topluluğu. Kurucu üyeleri; Fritz Bleyl, Erich Heckel, Ernst Ludwig Kirchner ve Karl Schmidt-Rottluff olan topluluğa sonradan katılanlar ise; Emil Nolde, Max Pechstein ve Otto Mueller'dir. Bu akım, sanatla yaşam rasında bir yakınlık kurmayı amaçlar. 20. yüzyılda ortaya çıkan modern sanatın gelecekteki gelişmelerine temel oluşturan bu akım, dışavurumculuk akımını yaratmıştır.

Erich Heckel (1883-1970)
Alman dışavurumcu ressam, heykelci ve özgün baskı sanatçısı. Özellikle çıplak figürleri ve manzara resimleriyle tanınır. 1904'te Dresden'de mimarlık öğrenimi görürken tanıştığı Karl Schmidt-Rottluff, Fritz Bleyl ve Ernst Ludwig Kirchner ile birlikte 1905'te Die Brücke (köprü) grubunu kurdu. İlk yapıtları van Gogh'a duyduğu hayranlığı yansıtır. 1911'de Berlin'e yerleştikten sonra biçimci resimsel kompozisyonlara yöneldi. Bununla birlikte renk kullanımı ve çarpıtılmış mekân betimlemeleri aracılığıyla çarpıcı görüntüler yaratmayı başardı. "Göl Kıyısındaki Kadınlar" (1913; Wilhelm-Lehmbruck Müzesi, Duisburg, Almanya) adlı resmi gelecekçi ressamların kırılmış ışıklarla sağladıkları geçici etkilerin izlerini yansıtır.
Afrika heykeline duyduğu ilgiyi en iyi yansıtan örnekler arasında "Uyuyan Siyah Kadın" (1908: Schlafende Negerin) gibi ağaç oymalarıyla "Çömelen Kız" (1912; Sanatçının Koleksiyonu, Hemmenhofen, Almanya) adlı ahşap heykel sayılabilir.
I. Dünya Savaşı'nda sıhhiye olarak görev yapan Heckel'in savaş öncesi yapıtlarının büyük bölümü kaybolmuştur. 1920'den sonraki resimlerinde daha çok genel beğeniye dönük bir üslup görülür. Gene de yapıtları Nazilerce "yoz" olarak nitelendi (1937). II. Dünya Savaşı'ndan sonra emekli olana değin Karlsruhe'deki Sanat Akademisi'nde ders verdi (1949-56). 1963'te Münih, Berlin ve Stuttgart'ta adına toplu bir sergi düzenlendi.

In the Studio (Im Atelier)
In the Studio (Im Atelier)

Les Fauves

    1898-1908 yılları arasında Henri Matisse tarafından Fransa'da geliştirilen bir sanat akımıdır. En önemli özelliği, tüpten çıkmış gibi çiğ ve bağıran renklerin doğrudan kullanımıdır. Matisse, Derain ve Vlaminck'in Paris'te açtıkları bir sergide ilk kez duyulmuştur. 1905 yılında gercekleşen bu sergi modern resme birçok katkıda bulunmuştur. Sergiye gelenler daha önce hiç karşılaşmadıkları bir anlatımla karşılaşmışlardır. Tuval üzerine sürülmüş dogrudan renkler, bozuk perspektif gelenleri şaşırtmıştır. Sergide bulunan bir eleştirmen bu gruba fauve (vahşi hayvan) adını takmıştır. Akım adını buradan alır. 20. yy. in ilk sanat akimi olan fovizm Gustave Moreau'nun atölyesinden ayrılan bir gurup ressamın meydana getirdiği harekettir. Paris'te 1905 te sonbahar sergisinde sergilenen Henri Matisse ve bir kaç arkadaşının yapıtları Fransız eleştirmen Louis Vauxcelles tarafından vahşi hayvanlar, yırtıcı kuşlar anlamına gelen fauve sözcüğüyle ifade edilmiştir. Onlara göre; gerek ışık gerek uzaklık resimde yalnızca renkle gösterilir. Temiz ve düz renklerle resim saf ve arinmiş sadelikte olmalıdır. Çünkü; seyirci boyalı bir yüzeyden etkilenecek ve bu yüzeyde herzeyi bir bakışta kavratacak açık etkili ve duyguları saracak bicimde düzenlenecektir. Fovistler çarpıcı ve yoğunlaştırılmıs renk tonları ve nesnelerin deformasyonları ile uğraşmışlar; derinlik ışık gölge ve kontur resimden atılmıştır. Bunun yerine renk şiddetine önem vermişlerdir. fovizm çok kısa sürmesine rağmen etkisi büyük olmuştur. 
   1905 yılı yeni bir ressam kuşağının doğuşuna tanık oldu. Paris'te sonbahar Salonunda bir grup, Henri Matisse çevresinde kurulan bir sergi düzenledi. Üsluplarının çıplak yalınlığı ve parlak renk karşıtlıklarından (kontrastlarından) yapılmış olmaları nedeniyle, sergilenen bu resimler halkı ürküttü. En alışılagelmiş üslupta yapılmış olan bir çocuk büstü, Matisse, Marquet, Manguin, Camoin, van Dongen, Friesz, Puy, Vlaminck ve Derainin sergilenen bu resimleri arasında duruyordu; bunu gören eleştirmen Louis Vauxcelles şu sözleri söylemeden edemedi: "Fovların (vahşilerin) arasında bir Donatello". İşte Fovlar (Yabanıllar ya da Vahşiler) sözcüğü böyle doğdu ve kısa süre içinde öteki Fransız olmayan sanatçılar tarafından da benimsendi. Mimarlık öğrencilerinden oluşan bir grup, Die Brücke (Köprü) olarak bilinen ve esin kaynağı olarak Fovlarla aynı örneklere (Van Gogh, Gaugin ve Seurat) bakan bir sanatçı çevresi oluşturdular. Empresyonizmin simgelediği geleneksel gerçek kavramına karşı gösterdikleri hoşnutsuzluk, bu yeni kuşağın niteliğini belirlemektedir. Bu sanatçılar, dış görünüşlerin betimlenmesinin gerçeğin yalnız bir yüzünü içerdiğini, nesnelerin ruhuna inmediğini biliyorlardı. Onlar, hem gözlemledikleri nesnenin en ince ayrıntısına değin çözümlenmesinin, hem de düşünsel işlemlerin betimlenmesinin, varlığın tümünü anlatmakta yetersiz kaldığını anlamışlardı. Matisse buna şöyle bir çıkar yol buldu: "Her şeyden önce ulaşmak istediğim şey dışavurumdur. Dışavurum bence bir yüzü birdenbire canlandıran veya kendini şiddetli bir harekette gösteren bir coşkuda değil, herhangi bir resmin tümel örgütlenmesindedir. Nesnelerin kapladıkları mekan, bunların çevresindeki boşluk ve oranlar, hepsinin bu konuda payı vardır. Rengin başlıca amacı dışavuruma olabildiğince yardım etmektir". Nesne, resme doğrudan doğruya ve çarpıtılmadan katılması gereken duygular uyandırır. Burada amaç, duyularla algılanmış dış gerçeği, sanatçının içindeki gerçekle kaynaştırmaktır. Bu, Kandinskynin de sözünü ettiği gibi sanatsal bireşime (sentez) ulaşmak çabasıdır. 




Henri Matisse ( 1869- 1954) 

  Fransız ressam ve heykelci Henri Matisse, 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biridir. Fransa'nın Le Cateau kentinde doğdu. Babasının isteği üzerine kısa bir süre hukuk öğrenimi gördü. 20 yaşında geçirdiği şiddetli bir apandisit krizinin ardından resim yapmaya başladı. Daha sonra çalışmakta olduğu avukatlık bü¬rosundan ayrılarak resim öğrenimi görmek üzere Paris'e gitti. Orada dönemin genç öncü ressamlarıyla birlikte Gustave Moreau'nun atölyesinde çalışmaya başladı.

  Önceleri Paris'te Louvre Müzesi'nde gördüğü klasik resimleri kopya eden genç Matisse çok geçmeden izlenimci ressamların yapıtlarıyla tanıştı, izlenimcilerden, özellikle de Camille Pissarro'dan etkilenerek yeni denemelere girişti. Eskisine göre daha parlak ve çarpıcı renkler kullanmaya başladı. Özgün üslubunu oluşturma yolundaki ilk adım sayılan Akşam Yemeği Masası adlı yapıtı sergilendiğinde şiddetli eleştirilerle karşılaştı. 1905'te karısını model alarak yaptığı Şapkalı Kadın, bir bölümü yeşil, bir bölümü kırmızı saçları, yeşil ve leylak rengi fırça vuruşlarından oluşan çarpıcı yüzüyle izleyiciler ve eleştirmenler arasında büyük bir şaşkınlık ve tepkiye yol açtı. Matisse ve arkadaşları o zamana kadar görülmemiş derecede parlak ve göze batıcı renkler, koyu ve belirgin dış çizgiler kullanıyorlardı. Bir eleştirmen, görenlerin alaya aldığı bu resimleri yapanları les fauves yani "yabanıl hayvanlar" olarak niteleyince, bu yeni akım Fovizm (Fauvisme) adıyla anılmaya başlandı. Matisse kendi ülkesinde dışlanmakla birlikte başka ülkelerde tanınıp sevildi. New York, Moskova ve Berlin'de art arda açtığı sergiler geniş yankı uyandırdı. Fas, Cezayir, İtalya ve İspanya gezilerinde edindiği izlenimleri resimlerinde yansıttı. I. Dünya Savaşı yıllarında çalışmalarını Paris'te ve Nice'te sürdürdü. Matisse öteki fovist ressamlar gibi Dışavurumculuk ve Kübizm akımlarına ilgi duymadı. Yaşamı boyunca renklere duyduğu tutkuyu sürdürdü. Işık gölge oyunlarına yer vermedi. Ayrıntıları yalın fırça vuruşlarıyla biçimlendirdi. Mekânları klasik perspektif kurallarının dışında, düz ve derinliksiz bir biçimde çizdi. Resimlerinin tümünde hiç elden bırakmadığı eşsiz bir yalınlık ve duyarlılık egemendi. Yaşamının son yıllarını Vence'daki villasında hasta ve yalnız olarak geçirdi. Hastalığı sırasında kendisine bakan Dominiken rahibelerinin isteği üzerine NotreDame du Rosaire Şapeli'ne duvar resimleri yapmaya başladı. Hasta yatağında uzun bir sopanın ucuna takılmış pastel boyalarla yaptığı bu resimler sanat yaşamının en güzel yapıtları arasındadır (1947-51). Çok yönlü ve son derece üretken bir sanatçı olan Matisse taşbaskı, aside yedirme ve karma baskı teknikleriyle çok sayıda resim ve desen çalışması yaptı. Stephane Mallarme, Charles Pierre Baudelaire, James Joyce gibi ünlü şair ve yazarların kitaplarını resimledi, heykeller yaptı.


La Coiffeur
The Green Line