9 Mayıs 2015 Cumartesi

Kinetik Sanat (Kinetic Art)

   Hareket olaylarını inceleyen bilim dalıdır. 20. yy.’ da Amerika’ da doğmuş olan Op’art duran ya da hareket halinde bulunan objelerin retina ile algılanması olayı denemelerini konu edinen bir sanat türüdür. Optik deyimi hareket olayını da kapsamaktadır. Böylece kinetik-optik deyimi birbirine yakın anlamda kullanılmaktadır. Kinetik sanat büyük ölçüde optik özellik göstermektedir.
Önceleri fizik ve kimya dallarında hareketle ilgili olayları tanımlamak için kullanılan kinetik sözcüğü 1945’ten sonra sanatçıları ilgilendirmeye başlamış, ışık ve hareket, plastik ve görsel sanatların tasvirinde estetik öğeler ve ifade araçları olmuştur. 1960’ ta kinetik, sanat kronolojisinin yayınlanışıyla sanat dilinde yer etmiştir.
Arkaik sanatların hareketsiz, blok gibi görünen heykelleri zamanla ve sanat anlayışlarına göre hareketlendirilmiş, barak sanat aşamasında hareket ve ışık temel sanatsal ifade öğeleri sayılmıştır. Bernini’nin Apollon ve Daphne, Prosperina’nın kaçırılması, daha sonraları Carheaux’un La Danse’i, Rude’ün Marseillaise grup heykellerinde hareket, ifadenin tümüyle bütünleyici elemanları olarak değerlendirilmiştir. Fütürist resim ve heykel sanatçısı Baccioni tümüyle hareket algısı veren mekanda tek fom sürekliliği adlı bronz heykelini, hareket olayını somutlaştırmak için yapmıştır.
Kinetik Sanat’ın Başlangıcı
Bauhaus, Rus Konstrüktivistleri, De Stilj hareketi ve daha yakın dönemlerden Alexandre Calder bu akımın kaynağını oluşturmaktadır. Kinetik sanat ilk kez konstrüktivistlerce ortaya atılmış ve bu sanat düşüncesini Pevsner ve Gabo kardeşler manifestolarında şöyle savunuyorlardı. “Sanatın Mısır’ dan gelme bin yıllık yanılgısından, sadece statik ritimlerden oluşabileceği yanılgısından kendimizi kurtarmalıyız. Çağımızın duyarlılığının ana biçimi olarak, sanatın en önemli unsurlarının kinetik ritimler olduğunu bildiriyoruz.” İlk kinetik heykel bu anlayışla 1920’ de N. Gabo tarafından yapılan “kinetik heykel: Yükselen ve Duran Dalga” dır.
Alexander Calder (1898-1976)
ABD’li heykelci ve ressam. Geliştirdiği Mobil’lerle heykel alanına hareket kavramını sokan sanatçıdır. 1923’de Newyork’ta sokak ve metrodaki insanların eskizlerini yapan Calder, tek bir çizgiyle hareket duygusunu yaratabilmiştir. Sirklerden de esinlenerek hayvan, akrobat ve palyaçoları işlediği desenler yapmıştır. 1925’de desenlerden yola çıkıp ilk tel heykelleri yapmaya başlamış, 1927’de devinen oyuncaklar üretmiştir. 1930’larda soyut konstrüksiyonları, portreleri ve tel heykelleriyle Amerika ve Paris’te ün kazandı. Mondrian’dan etkilenmiş ve “devinen modrianlar” üretmeyi amaçlamıştır. 1931’de Soyutlama – Yaratma Topluluğuna katılmış aynı yıl, figüratif olmayan ilk kinetik konstrüksiyonunu yapmıştır.
Calder’in elle yada motorla hareket edebilen yapıtlarını 1932’de Duchamp “mobil”ler olarak adlandırmış. Aynı yıl ARP’da sanatçının hareket etmeyen kuruluşları için “stabil”ler deyimini önermiştir. Daha sonra bu deyimler tüm diğer heykeller içinde kullanılır olmuştur.
1950’lerde kuleler diye adlandırdığı “duvar mobilleri” “çanlar” diye adlandırdığı “ses mobilleri” üretmiştir. 1959 tarihli stabil, ince siyah metalden yapılmış dört ayağa oturan bir korstrüksiyondur.
Komik ve fantastik olana sürekli ilgi duyan Calder yapıtlarında bu nitelikleri vermeye amaçlamıştır.

Sanatçının Eserleri:


La grande vitesse (1969)


 (1967)

1 Mayıs 2015 Cuma

Minimalizm (Minimal Art)

Minimalizm, modern sanat ve müzikte, kökeni 1960'lara giden, sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran bir akımdır. ABC Sanatı, Minimal Sanat gibi tabirlerle de anılır.
Görsel Sanatlarda Minimalizm
Soyut dışavurumculuğun biçime ve duyguya verdiği aşırı öneme karşı bir tepki olarak, nesnenin nesne olma özelliğine dikkat çekmek ve ifade, tarihsel, sembolik anlamlarını minimuma indirmek amacıyla hareket etmiştir. Minimalist sanatçılar, nesnelere ve nesnelliğe olan bu ilgi nedeniyle genellikle heykel üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu alandaki önemli isimler arasında Carl Andre, Sol LeWitt, Robert Morris, Richard Serra, Donald Judd, Dan Flavin sayılabilir. Süreç sanatı, arazi sanatı, performans sanatı ve enstalasyon sanatı minimalizmden etkilenerek ortaya çıkmıştır.


Richard Serra, "Berlin Eğrileri" (1986, çelik) Berlin

Ludwig Mies van der Rohe'in restore ettiği barselona'daki German Pavilion


Hard-Edge






















  • 1960’larda  ABD’de etkin olan ve Op Art’tan türemiş bir akımdır.
  • Nesnel olmayan bir anlayışla tuval geometrik form ve çizgilerle bölünür. Geniş renkli alanlar ve keskin formlar akımın temel özellikleridir.
  • Sanatçılar genellikle parlak metalik renkler ve akışkanlığından yararlanmak için akrilik boya kullanırlar.
  • Tuvali bantlarla geometrik form ve çizgilerle bölmüşler, keskin köşeler elde etmişler, boyayı uyguladıktan sonra bantları çıkarmışlardır.
  • Bu stil, Kasimir Malevich, Wassily Kandinsky, Theo van Doesburg ve Piet Mondrian’ın erken tarihli eserlerinden ilham almıştır.
  • Barnett Newman’ın (1905-1970) yüzey bütünlüğünü dikey ve yatay çizgilerle bölümlere ayırması  Hard Edge akımının habercisi olmuştur.
  • Sert Kenar ya da Kesin Sınır anlamına gelen bu eğilimde renk, kenarları net bir biçimde sınırlandırılmış yüzeyler içinde kullanılmıştır.
  •  Barnett Newman, Ad Reinhardt, Robert Motherwell 1960’larda Soyut Dışavurumculuk içinde yer alan bu eğilimin önemli temsilcileridir.
  • Hard Edge, Geç Resimsel Soyutlama ile Minimalizm arasında aracı bir eğilimdir.
  • Josef Albers,  Robert Indiana, Ellsworth Kelly,  Kenneth Noland, Ad Reinhardt,  Bridget Riley,  Jeffrey Steele, Frank Stella, Victor Vasarely bu akım ile ilişkilendirilen sanatçılardır.


Robert Indiana (1928)

1928 doğumlu Robert Indiana, assamblaj sanatı, Sert Kenar Resmi ve Pop Art’a katkılarda bulunmuş bir sanatçıdır. “İşaretlerin ressamı” diye anılır. Amerikan kimliğinin, şahsi tarihinin, soyut olanın ve dilin gücünün ağır bastığı eserler vermiştir. Sahne kostüm ve dekoru da tasarlamıştır. Eserlerinde yazıyı kullanacak genç sanatçıların öncüsü olmuştur.








Sanatçının Eserleri


Robert Indiana, Love, Pul. Indiana’nın en ünlü eseri L0VE ilk olarak 1958’de Indiana’nın şiirlerinde ortaya çıktı. Daha sonra Sevgi Tanrı’dır (Love is God) yazan tablosunda, 1964 yılında ise kırmızı-yeşil-mavi renklerle MOMA için Noel kartı olarak kullandı. İlk kez 1973 yılında 8 cent’lik pulun üzerine basıldı ve LOVE pulları serisi devam etti. Pek çok teknikle tekrarladığı Love’ın serigrafik ilk üretimini 1966 yılında yaptı. Anıtsal Love heykelleri bir çok noktada yerini aldı, logo olarak kullanıldı.
Robert Indiana, Love, Pul.
Indiana’nın en ünlü eseri L0VE ilk olarak 1958’de Indiana’nın şiirlerinde ortaya çıktı. Daha sonra Sevgi Tanrı’dır (Love is God) yazan tablosunda, 1964 yılında ise kırmızı-yeşil-mavi renklerle MOMA için Noel kartı olarak kullandı. İlk kez 1973 yılında 8 cent’lik pulun üzerine basıldı ve LOVE pulları serisi devam etti. Pek çok teknikle tekrarladığı Love’ın serigrafik ilk üretimini 1966 yılında yaptı. Anıtsal Love heykelleri bir çok noktada yerini aldı, logo olarak kullanıldı.
New York, 6. Cadde’de iki Love heykeli.
New York, 6. Cadde’de iki Love heykeli.

Robert Indiana, Ahava, İbranice Love, 1977. Israel Museum Art Garden, Kudüs. Fotoğraf:www.flicker.com
Robert Indiana, Ahava, İbranice Love, 1977.
Israel Museum Art Garden, Kudüs.

24 Nisan 2015 Cuma

Pop-Art

II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir. Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur. 20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi kübizm ve pop art'tı; her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi.
Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı, aynen verdiği ses gibi: Pop!
Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Çok da yanlış bir tanımlama değil aslına bakarsanız, ama o dönemde çıkardığı gürültüyü göz önüne aldığınızda şampanya bile hafif kalır.
Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar: 
Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas manyağı olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş çıplak bir arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır. O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar.
Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir. Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar.
New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur. Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir.
Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir ‘hayat tarzı'dır.
Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar.
Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük sansasyon yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir.
Çizgi roman karelerinin duvarlarımıza kazandırılması ise Roy Lichtenstein sayesinde olur. Aslında Lichtenstein bir çizgi roman çizeri değildi, yaptığı şey geniş açı klişeler çizmekti:
Aşk acısıyla ağlayan kadınlar, bir tartışmanın ortasındaki çiftler, alevler içindeki uçaklardan atlayan pilotlar...Bu klişeleri, ses efektleriyle ve konuşma balonlarıyla da süsleyerek öncesi ve sonrası olan gerçek çizgi roman kareleri yaratıyordu. Bütün diğer pop artçılar gibi, kopyanın kopyasının kopyasını yapan Roy Lichtenstein, pop art'ı gayet güzel özetliyor:
“Şehirde bir ağacın önüne oturamam, çünkü şehirlerde hiç ağaç yok. Ve bir ağacı düşündüğümde, ağacın medya (filmler, fotoğraflar, reklamlar vs) tarafından yapılan taklididir aslında aklıma gelen. Ben nesnenin kendisinden çok, taklidini algılarım.”
Claes Oldenbourg ise tam boyutlarıyla oluşturulan ünlü süper-market-galeri “Store”da, gıda maddelerinin ve tanıdık nesnelerin taklitlerini sunar. Bu durum sadece resim, sinema ve müzik dünyasını değil, tasarımcıları da büyük ölçüde etkileyecektir.
Diğer taraftan İngiltere de boş durmaz; 50'li ve 60'lı yılların Londrası, çılgınlar gibi pop art çağını kutlamaktadır, Peter Blake'in Elvis Presley ve Beatles için yaptığı muhteşem albüm kapakları, Brigitte Bardot için hazırladığı illüstrasyonlar tüm dünyayı etkilemiş, pop tutkusunu zirveye çıkarmıştır.







Post-Painterly Abstraction





Renk alanı resmi ('Color field painting', Clement Greenberg'ün sonradan kullandığı bir terim olarak Geç-resimsel soyutlama, 'Post-painterly abstraction'), 1950'lerde Mark Rothko, Barnett Newman ve Clyfford Still gibi soyut dışavurumcu ressamları tanımlamak için kullanılmıştır. 
Genelde kompozisyon, büyük alanların tek ve düz bir renkle kapatılmasıyla oluşturulur. Amaç, resmi duygu, mitoloji ve inançlardan arındırmaktı. 1960'larda Helen Frankenthaler, Morris Louis, Kenneth Noland bu isimlere katılmışlardır. 1964'te Clement Greenberg'ün Geç-resimsel soyutlama (Post-painterly Abstraction) isimli bir sergi hazırlaması nedeniyle 1960 nesilindeki ressamların tarzı için geç-resimsel soyutlama terimi de kullanılmıştır.





Renk Alanı Resmi Sanatçıları


Edward Avedisian
Walter Darby Bannard
Jack Bush
Dan Christensen
Gene Davis
Ronald Davis
Richard Diebenkorn
Thomas Downing
Friedel Dzubas



Jack Bush (1909-1977)

Erken aşamalarında Charles Konfor ve Yediler Grubu'nun çalışmalarından etkilenmiştir. 1930'larda Ticari Sanat ve Gece adlı çalışmalarını Ontario College of Art'ta ilerletmiştir. New York'ta gördüğü American Abstract Expressionists'ten sonra brandası değişmiştir.
Bush 1950ler boyunca soyutlama üzerine çalıştı ve geliştirdi.Bush 1950'ler boyunca soyutlama işini ve yaklaşım geliştirdi. O Ressamlar Eleven, Kanada'da soyut resim teşvik etmek 1953 yılında William Ronald tarafından kurulan grubun bir üyesiydi ve yakında Amerikan sanat eleştirmeni Clement Greenberg onun sanatında teşvik edilmiştir. Ilk başta Kritik, Greenberg Bush'a bir rehber oldu ve onun palet, tekniğini ve yaklaşımını rafine onu teşvik etti. Greenberg rehberlik sonucunda, Bush yakından Color Field Painting bağlı hale geldi. Bush Jules Olitski Kenneth Noland ve aynı zamanda Anthony Caro gibi renk alanı ile ilişkili sanatçılar ile arkadaş oldu. Ressamlar Eleven 1960 yılında dağıldı gibi, Bush'un geçti ve sonunda bu gruptan gelmek için daha başarılı sanatçılarından biri oldu.

Jack Bush 1967 44 São Paulo Sanat Bienali Kanada temsil ve 1976 yılında Ontario Sanat Galerisi eserinin büyük bir retrospektif gezdi. O oğlu Terry, en iyi şarkı için "Belki Yarın", Littlest Hobo için tema bilinen ödüllü bir jingle yazarı olarak Ocak 1977 Toronto 24 yılında öldü.

Sanatçının Eserleri


Pinched Orange, Aralık 1964
Collection of Audrey and David Mirvish, Toronto.



Grey V - Jack Bush

Soyut Ekspresyonizm (Absract Expressionism)

Soyut Ekspresyonizm'in öncüleri, birbirleriyle karşılıklı ilişkileri olan kimselerdi. Bunlardan biri olan Tobey, Amerika'nın batı kıyılarındaki Seattle'da yaşamış ve yapıtlarını bu kentte vermişti; ancak onun tüm çalışmaları New York'ta da biliniyordu. Söz konusu öncülerin diğerleri New York'luydu. Bunların hiçbiri genç değildi; Soyut Ekspresyonizm'in en önemli yılı olan 1948'de ortalama yaşları kırkın üzerindeydi: Tobey 58, Rothko 45, de Kooning ve Still 44, Gorky ve Newman 43 (Gorky aynı yıl intihar etti), Kline 38, Pollock ve Motherwell 35 yaşındaydılar. Gorky, de Kooning ve Rothko birer göçmendi; de Kooning ülkeye öğrenim görmüş bir ressam olarak, yirmi yaşlarındayken gelmişti. Diğer ikisi ise daha küçük yaşta Amerika'ya göç etmişlerdi. Jackson Pollock, boyaları damlalar halinde akıtarak, bir önceki yıl yaptığı resimlerini, Ocak 1948'de ilk kez sergiledi. De Kooning'in sonradan söylediği gibi bu resimlerle Pollock adeta "buzları eritmişti", ve resimlerdeki simgelerle bunları ortaya çıkaran resim yapma eylemi, bu akımın dışında kalan ressamların yeni sanatı anlamalarına yol açmıştı.
Bunlar, ressamın yere serilen geniş tuvaller üzerine bir teneke kutudan ya da bir ölçekten boyayı damlatarak, dökerek yaptığı resimlerdi. Tuval üzerindeki izler, ona çeşitli açılardan yaklaşan, kolunu çeşitli yönlerde sallayarak, elini tuval yüzeyinde dolaştırarak boyayı saçan ressamın hareketlerini kaydetmiş oluyordu. Beyin, ruh, göz ve el; boya ve resim yapılan yüzey birbirleriyle adeta candan bir kaynaşma halindeydi. Resim, doğrudan doğruya ya da simgesel bir biçimde `temsil edilen şey' olmaktan çıkmış; ressamınhareketlerinin izlerini taşıyan, onun anlatmak istediklerini boyanın `izleri'yle ortaya koyan ve bir zaman süreci içinde onun tüm hareketlerinin aynı andaki `hareketsizliği'ni veren bir alan olmuştu. Dünyanın her yerindeki eleştirmenler, bu sanatı sarsıcı olarak nitelediler. Onların bu tutumları daha sonra modern sanatı tapma derecesinde yüceltmeleri kadar tuhaftır. Haber patlar patlamaz pek çok genç ressam, bu öncü sanatla ilişki kurdu ve boyayı yabanıl yöntemlerle kullanarak, duygularını bireysel olarak ifade etme yollarını aradılar.
Soyut Ekspresyonizmi destekleyen eleştirmenler, bu akımın amacını başarılı bir şekilde şu yalın açıklamayla çevreye aşılamışlardır: 'Modern sanatı kısıtlayabilecek bütün geleneklerden kaçınarak kişinin en derin ve en umursamaz bir biçimde kendini ifade edebilmesi ve bunu sağlamak için gerekirse ressamın bütün bedeni ve gücüyle bu sürece katılabilmesi.'


Jackson Pollock (1912-1956)
 Soyut dışavurumcu ressam, 20. yüzyılın en önemli sanatçılarındadır. Damlatma tekniği (drip painting) ile boya karıştırma, fırça kullanımı gibi alışılagelmiş uygulamaları bir kenara bırakmış, yere serdiği devasa boyutlardaki tuval bezleri üzerinde hareket ederek boyayı dökme, damlatma, fırlatma suretiyle sonradan aksiyon/hareket resmi adı verilen resimler yapmıştır. Bu özelliğinden ve 'kötü adam' imajından ötürü Jack the Dripper lakabıyla da anılmıştır. 
1951'den sonra koleksiyonerler ve galerilerden daha değişik resimler yapması için baskılar gelmeye başlamış, bu baskılar karşısında Pollock'un varolan alkol sorunu daha da büyümüş, resimleri karanlıklaşıp figüratif öğeleri de kapsamaya başlamıştır. 1956'da yaptığı araba kazası sonucu ölmüştür. Harekete ve sürece verdiği beden sanatı, süreç sanatı, performans sanatı, Fluxus, happening'ler gibi birçok çağdaş akımın temelini hazırlamıştır.

Sanatçının Eserleri



Animals and Figures

Mask

17 Nisan 2015 Cuma

Surrealism (Gerçeküstücülük)

Gerçeküstücülük anlamına gelen Sürrealizm, Fransa’da ortaya çıkmıştır. Akımın ortaya çıkmasındaki en büyük etken Dadaizm akımıdır. Sürrealizm’in kurucusu André Breton’’dur. Breton, 1924 yılında Sürrealizm’in ilkelerini “ Sürrealizm Manifesto” adı altında hazırlayarak insanlığa sunmuştur. Sigmund Freud’un fikirlerinden etkilenen André Breton bu fikirleri edebiyata sokarak insanı ve toplumu ele almıştır. Bilinçaltının fazlasıyla önemli olduğu Sürrealizm akımında otomatik yazı metodu kullanılmıştır.Sürrealistlere göre bilinçaltı; toplum, ahlak, din ve yasa gibi zorunluluk öğeleri ile oluşur. Bilinçaltını oluşturan etkiler ise çeşitli durumlarda ifşa olur. Rüyalar sürrealistlere göre tamamen bilinçaltından meydana gelmektedir. Freud’un psikanaliz fikirlerinden etkilenen gerçeküstücü sanatçılar, bilinçaltını ortaya çıkarmak gibi bir amaç edinmişlerdir. Freud, rüyaların didiklenmesi ile özellikle cinsel rüyaların çokluğunu toplumun bastırılmış hislerine, yasaların varlığına ve dinlerin bu konudaki tavırlarına bağlamaktadır. Sürrealistler de bu gibi rüyaların büyük bir gösterge olduğu ‘psikanaliz’ düşüncesinde hipnotizma büyük bir ortaya çıkarış yöntemidir. Sürrealistler de bu yöntemi belirleyerek ortaya çıkan verileri edebiyata aktarmışlardır.Sürrealizm, bu fikirlerinin yanı sıra dil ve üslup özellikleri ile de farklılık yaratmışlardır. Kapalı bir anlatım benimseyen sürrealistler herkes tarafından anlaşılır bir anlatımdan sakınmışlardır. Bunun yanı sıra sürrealistler noktalama işaretlerini de yok sayarak eserlerini kaleme almışlardır. Akılcılığa karşı çıkan sürrealistler içlerinden geldiği gibi yazma yöntemini kullanmışlardır. Bu şekilde aklın egemenliğine girmeden yazar kendisine sınırlar koymadan yazabilecektir. Gerçeküstücülük akımı 20. yüzyılın en önemli ve en etkin akımlarından biridir. Resim ve edebiyatın yanı sıra birçok sanat dalında sürrealist yapıtlar ortaya çıkmıştır Özellikle de ünlü ressam Salvador Dali, dikkat çekici resimleri ile sanata tarihine geçmeyi başarmıştır..
Salvador Dalí ( 1904 – 1989)    Salvador Dali 11 Mayıs 1904 'te İspanya'da Figueres isimli kentte (Katalonya bölgesinde) dünyaya geldi. Kendinden önce doğan ve ölen kardeşin ismini alan Dali, ailesinin evlatlarını kaybetmelerini kabullenememesini ve sürekli olarak takıntılı biçimde anılmasını hayatında önemli bir nokta olarak kaydediyor. Ailesinin tavrıyla birlikte doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürüdüğünü söyleyerek bu konunun hayatındaki yansımasını bize göstermiştir Dali. Tam da bu sebeple ailesinin dikkatini çekmek amacıyla farklı yollar aramış ve şımarık bir çocuk olan Dali'nin ilk yaptığı eserin adı ''Hasta Çocuk'' olmuştur. Devamında bir çok çalışma sergi Picasso'yla tanışması annesini kaybetmesi de eserlerine yansıyan hususlar olmaya devam etmiştir. Hemen herkesin bildiği Belleğin Azmi eseri özellikle en ünlü eseri olmuştur. Dalí, ressamlığın yanı sıra heykelcilik, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş, Amerikalı animasyoncu Walt Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film, 2003'te "en iyi kısa animasyon filmi" dalında Oscar adayı olmuştur. 1931 yılında Dalí, en meşhur eseri olan Belleğin Azmini yaptı. Yumuşak Saatler ya da Eriyen Saatler olarak da bilinen eserde, geniş bir kumsal manzarası önünde eriyen cep saatleri resmedilmiştir. Eser genel olarak, katı ve değişmez zaman kavramına karşı bir protesto olarak yorumlanır. Dalí sonradan bu resmin ilhamını, sıcak Ağustos güneşi altında erimekte olan bir Camembert peynirinden aldığını yazacaktı. Hiroşima'da patlayan atom bombasının gücünden çok etkilenmiş olan Dalí, hayatının bu dönemine "nükleer mistisizm" adını veriyordu. Yine bu dönemde Dalí, tuvale boya sıçratma, hologramlar, optik yanılgılar ve stereoskopi gibi pek çok değişik teknikle denemeler yaptı. Salvador Dali'yi, elbette eşi Gala'yla yaşadığı ilişkiler, dünyada yaşanan politik değişimler de oldukça etkilemişti. Dali'nin sansasyonel tavrı, söylediği sözler tabi ki sanatını etkiliyordu. her ne kadar politik tavrı değişim göstermiş ve insanların ve sanatçıların tepkisini çekse de yaptığı sergiler daha dikkatle izlenme olanağı bulmuştur. Onun farklı yapısı, dikkat çekici sözleri hatta bazen kötü bir üne kavuşması bile onun dolaylı reklamını yapmış ve bir çok insana ulaşmasını sağlamıştır. Gala'nın ölümünden sonra resim yapmayı nerdeyse bırakan Dali bir süre sonra son olan Serçenin Kuyruğu adlı tablo eserini yaptı. Dalí, 23 Ocak 1989'da kalp yetmezliğinden öldü ve Figueres'te Salvador Dali Müzesi mahzenine gömüldü.
Sanatçının Eserleri
Haşlanmış Fasulyeli Yumuşak Yapı (İç Savaş Öngörüsü)

Belleğin Azmi, 1931